
İRADE SAKATLIĞI DURUMLARI
Genel olarak Türk Borçlar Kanuna göre taraflar sözleşmeleri karşılıklı irade beyanların uyuşması neticesinde kurabilmektedir. İrade beyanlarının uyuşması neticesinde kurulan sözleşmenin kural olarak yazılı olması şartı aranmamaktadır. Önemli olan husus irade beyanlarının uyuşması olacağından dolayı bazı durumlarda taraflardan birisinin iradesi sakatlığa uğramış olabilir. Bu kapsamda da Türk Borçlar Kanunu’nda yanılma, aldatma ve korkutma müesseseleri düzenlenerek tarafın sözleşme ile bağlı olmaması amaçlanmıştır.
İlk olarak yanılmaya bakacak olursak: Türk Borçlar Kanunu’nun 31 ila 35 maddeleri arasında düzenlenmiştir. Yanılma da kişi sözleşme yapacağı kişi de veya sözleşme yapacağı konu da hataya düşerse ve hata sözleşmenin esaslı unsurlarından birine dayanıyorsa irade sakatlığı meydana gelmiş bulunacaktır. Burada önemli olan husus esaslı bir hataya düşmesidir. Sınırlı sayıda olmayan yanılma durumundan bir kaçı şu şekilde örnekle açıklanabilir:
-Sözleşmede bir taraf başka bir sözleşme kurmayı amaçlamışsa
-Sözleşmede bir taraf sözleşme yapma iradesini yanılarak başka kişiye açıklamışsa
Yanılmada bir diğer önemli husus ise saikte yanılmadır. Kanunun açık hükmü saikte yanılmanın esaslı hata olmadığına ilişkindir. Fakat dürüstlük kuralına göre esaslı bir nokta olarak kabul edilebilecekse bu durumda kişi irade sakatlığına uğramış denilebilir.
Bir diğer önemli husus ise yanılan tarafın kusurlu olması önemli değildir. Fakat yanılan taraf kusurlu olduğunda sözleşme hükümsüz olduğu için karşı taraf bu durumdan dolayı zarara uğrayabilir. Bu zararın karşılanması gerekir.
Bir diğer irade sakatlığı durumu ise aldatmadır. Aldatma bir tarafın bilinçli bir şekilde diğer tarafı hile ile sözleşme yaptırtmaktadır.
Son olarak irade sakatlıklarından diğeri ise korkutmadır. Fakat korkutmada belirli şartların oluşması gerekir. Bu şartlardan ilki kişinin kendisine veya yakınlarının kişilik haklarına veya malvarlığına ilişkin ağır bir zarar tehlikenin bulunmasıdır. Burada yakın olması ve ağır bir tehlikenin bulunması zorunludur. Diğer bir şart ise kişi bu korkutmanın gerçek olduğuna yani korkutmanın sonucunda zararın geleceğine inanması gerekir.
İrade sakatlıklarında zamanaşımı süresi ise bir yıldır. Bu süre irade sakatlığının öğrenildiği veya korkutma durumunun ortadan kalktığı andan itibaren başlamaktadır.
TÜRK BORÇLAR KANUNUNDA YANILMA-ALDATMA ve KORKUTMA İLE ALAKALI HÜKÜMLER
YANILMA
MADDE 30- Sözleşme kurulurken esaslı yanılmaya düşen taraf, sözleşme ile bağlı olmaz.
MADDE 31- Özellikle aşağıda sayılan yanılma hâlleri esaslıdır:
1. Yanılan, kurulmasını istediği sözleşmeden başka bir sözleşme için iradesini açıklamışsa.
2. Yanılan, istediğinden başka bir konu için iradesini açıklamışsa.
3. Yanılan, sözleşme yapma iradesini, gerçekte sözleşme yapmak istediği kişiden başkasına açıklamışsa.
4. Yanılan, sözleşmeyi yaparken belirli nitelikleri olan bir kişiyi dikkate almasına karşın başka bir kişi için iradesini açıklamışsa.
5. Yanılan, gerçekte üstlenmek istediğinden önemli ölçüde fazla bir edim için veya gerçekte istediğinden önemli ölçüde az bir karşı edim için iradesini açıklamışsa.
Basit hesap yanlışlıkları sözleşmenin geçerliliğini etkilemez; bunların düzeltilmesi ile yetinilir.
MADDE 32- Saikte yanılma, esaslı yanılma sayılmaz. Yanılanın, yanıldığı saiki sözleşmenin temeli sayması ve bunun da iş ilişkilerinde geçerli dürüstlük kurallarına uygun olması hâlinde yanılma esaslı sayılır. Ancak bu durumun karşı tarafça da bilinebilir olması gerekir.
MADDE 33- Sözleşmenin kurulmasına yönelik iradenin haberci veya çevirmen gibi bir aracı ya da bir araç tarafından yanlış iletilmiş olması hâlinde de yanılma hükümleri uygulanır.
MADDE 34- Yanılan, yanıldığını dürüstlük kurallarına aykırı olarak ileri süremez.
Özellikle diğer tarafın, sözleşmenin yanılanın kasdettiği anlamda kurulmasına razı olduğunu bildirmesi durumunda, sözleşme bu anlamda kurulmuş sayılır.
MADDE 35- Yanılan, yanılmasında kusurlu ise, sözleşmenin hükümsüzlüğünden doğan zararı gidermekle yükümlüdür. Ancak, diğer taraf yanılmayı biliyor veya bilmesi gerekiyorsa, tazminat istenemez.
Hâkim, hakkaniyetin gerektirdiği durumlarda, ifadan beklenen yararı aşmamak kaydıyla, daha fazla tazminata hükmedebilir.
ALDATMA
MADDE 36- Taraflardan biri, diğerinin aldatması sonucu bir sözleşme yapmışsa, yanılması esaslı olmasa bile, sözleşmeyle bağlı değildir.
Üçüncü bir kişinin aldatması sonucu bir sözleşme yapan taraf, sözleşmenin yapıldığı sırada karşı tarafın aldatmayı bilmesi veya bilecek durumda olması hâlinde, sözleşmeyle bağlı değildir.
KORKUTMA
MADDE 37- Taraflardan biri, diğerinin veya üçüncü bir kişinin korkutması sonucu bir sözleşme yapmışsa, sözleşmeyle bağlı değildir.
Korkutan bir üçüncü kişi olup da diğer taraf korkutmayı bilmiyorsa veya bilecek durumda değilse, sözleşmeyle bağlı kalmak istemeyen korkutulan, hakkaniyet gerektiriyorsa, diğer tarafa tazminat ödemekle yükümlüdür.
MADDE 38- Korkutulan, içinde bulunduğu durum bakımından kendisinin veya yakınlarından birinin kişilik haklarına ya da malvarlığına yönelik ağır ve yakın bir zarar tehlikesinin doğduğuna inanmakta haklı ise, korkutma gerçekleşmiş sayılır.
Bir hakkın veya kanundan doğan bir yetkinin kullanılacağı korkutmasıyla sözleşme yapıldığında, bu hakkı veya yetkiyi kullanacağını açıklayanın, diğer tarafın zor durumda kalmasından aşırı bir menfaat sağlamış olması hâlinde, korkutmanın varlığı kabul edilir. IV. İrade bozukluğunun giderilmesi
MADDE 39- Yanılma veya aldatma sebebiyle ya da korkutulma sonucunda sözleşme yapan taraf, yanılma veya aldatmayı öğrendiği ya da korkutmanın etkisinin ortadan kalktığı andan başlayarak bir yıl içinde sözleşme ile bağlı olmadığını bildirmez veya verdiği şeyi geri istemezse, sözleşmeyi onamış sayılır.
Aldatma veya korkutmadan dolayı bağlayıcılığı olmayan bir sözleşmenin onanmış sayılması, tazminat hakkını ortadan kaldırmaz.
YARGITAY KARARI
MAHKEMESİ : ADANA 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 20/10/2011
NUMARASI : 2010/303-2011/621
Yanlar arasında görülen "tapu iptal ve tescil" davası sonunda yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacı tarafından yasal süresi içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü.
Dava, hata, hile, gabin hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; kayden maliki olduğu çekişme konusu 6064 ada, 3 parselde yer alan 16 nolu bağımsız bölümü 09/02/2010 tarihinde satış yoluyla gelini olan davalıya temlik ettiği anlaşılmaktadır.
Davacı dava dilekçesinde; dava dışı kızının mali sıkıntısına katkıda bulunabilmek amacıyla taşınmazını oğlu ve gelinin telkini ile temlik ettiğini, bedelin ödenmediğini, 71 yaşında olduğunu, kandırıldığını anılan temlikin hile ile gerçekleştirildiğini, akitteki değeren çok düşük gösterildiğini ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.
Bilindiği üzere; hile, genel olarak bir kimseyi irade beyanında bulunmaya,özellikle sözleşme yapmaya sevketmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak,veya esasen var olan hatalı bir kanıyı koruma yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Hata da yanılma hilede yanıltma söz konusudur. 01/07/2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 36/1 maddesi (881 sayılı Borçlar Kanunu'nun 28/l maddesinde) açıklandığı üzere "Taraflardan biri, diğerinin aldatması sonucu bir sözleşme yapmışsa, yanılması esaslı olmasa bile , sözleşmeye bağlı değildir. Değinilen koşulların varlığı halinde aldatılan taraf hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir.
Öte yandan, hile her türlü delille isbat edilebileceği gibi iptal hakkının kullanılması hiç bir şekle bağlı değildir. Hilenin öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde karşı tarafa yöneltilecek bir irade açıklaması, defi yahut dava yoluylada kullanılabilir.
Diğer taraftan; sözleşmenin gabin (aşırı yararlanma) nedeniyle illetli olduğunun kabulü için edim ve karşı edim arasındaki nisbetsizliğin, taraflardan birinin, diğerinin şahsında mevcut özel bir durumu bilerek,istismar etmesi, sömürmesi sonucu oluşması gerekir. Dar ve zor durumda kalmaları nedeniyle, sözleşme yapmağa, mallarını çok düşük bedel ile devretmeye sürüklenmiş kişileri korumak zayıfı güçlüye ezdirmemek için hukukumuzda da düzenlemeler yapılmış 01/07/2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 28. Maddesi (818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 21. maddesi )ile aynen "Bir sözleşmede karşılıklı edimler arasında oransızlık varsa, bu oransızlık, zarar görenin zor durumda kalmasından veya düşüncesizliğinden ya da deneyimsizliğinden yararlanılmak suretiyle gerçekleştirildiği taktirde, zarar gören , durumun özelliğine göre ya sözleşme ile bağlı olmadığını diğer tarafa bildiriererk ediminin geri verimmesini ya da sözleşmeye bağlı kalarak edimler arasındaki oransızlığın giderilmesini isteyebilir." hükmü getirilmiştir.
O halde, gabinden (aşırı yararlanmadan) sözedilebilmesi, objektif unsur olan edimler arasındaki aşırı oransızlık yanında bir tarafın darda kalma, tecrübesizlik, düşüncesizlik (hafiflik ) hallerinin bulunması, diğer yanın ise yararlanmak, sömürmek kastını taşıması biçiminde iki subjektif unsurun dahi gerçekleşmesine bağlıdır. Gabinin (aşırı yararlanmanın) varlığı zarar görene (sömürülene), sözleşme tarihinden itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde sözleşme ile bağlı olmadığını bildirerek iptal davası açıp iddiasını her türlü delille kanıtlama ve verdiğini geri isteme hakkı verir.
Hemen belirtmek gerekir ki, gabin (aşırı yararlanma) davasında öncelikle edimler arasındaki, aşırı oransızlık üzerinde durulmalı, objektif unsur isbatlandığı takdirde mutazarrırın kişiliği, yaşı, sağlık durumu, toplumdaki yeri, ekonomik gücü pisikolojik yapısı gibi maddi, manevi yönler yani subjektif unsur derinliğine araştırılıp incelenmelidir.
Somut olaya gelince; mahkemece, mülkiyetin kazanılmasının resmi senet ve tescille mümkün olduğu, iddianın mutlak yazılı delille ispatı gerektiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Oysa, yukarıdaki açıklanan ilke ve olgular ve 6100 sayılı HMK'nun 203/ç maddesindeki (1086 sayılı HUMK'nun 293/5 maddesi ) düzenleme karşısında hukuki işlemlerde irade bozukluğu ve aşırı yararlanma iddialarının yazılı belge olmasa bile tanıkla ve her türlü delille kanıtlanmasının olanaklı olduğu açıktır.
Ne var ki, mahkemece yukarıda açıklanan ilke ve olguları kapsar biçimde bir araştırma yapılmadığı gibi yanılgılı düşünülerek davacının tanıkları dinlenmemiş, tanık dinletme isteği reddedilmiştir.
Hal böyle olunca; tarafların iddia ve delilleri ile açıklanan ilkeler doğrultusunda gerekli araştırma yapılıp tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, iptale konu taşınmazın uzman bilirkişiler aracılığıyla temlik tarihindeki değerinin keşfen belirlenmesi, hile iddiasının kanıtlanamaması halinde gabin (aşırı yararlanma) iddiası açısından değerlendirme yapılması hasıl olacak sonuca göre hüküm kurulması gerekirken yazılı olduğu üzere noksan soruşturma ile neticeye gidilmiş olması doğru değildir.
Davacının bu yöne değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.'nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 01/10/2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
HİZMETLERİMİZ VE İLETİŞİM
Kocaeli-İzmit’te bulunan Polatoğlu Hukuk Bürosu olarak müvekkillerimize sözleşmeler hukuku, sözleşmelerin feshi davaları başta olmak üzere hukukun her alanında hizmet vermekteyiz. Daha detaylı bilgi edinmek için Polatoğlu Hukuk Bürosu’nu ziyaret edebilir veya iletişim bölümünden bizimle iletişime geçebilirsiniz.
Bu sitede yer alan tüm makaleler ve içerikler Polatoğlu Hukuk Bürosuna ait olup, izinsiz şekilde kopyalanması, çoğaltılması ve dağıtılması halinde yasal yollara başvurulacaktır.